Wednesday, August 23, 2006

GECE YAZILARI

Çeşitli tarihlerde ve çeşitli gecelerde yazılmış manalı- manasız cümleler kalabalığıdır!!!

- Savunma: Kendini savunmadığında daha mı savunmasız kalıyor insan; yoksa ‘savunmaaaaa...’ diye bağıran bir iç ses yüzünden daha mı savunmalı oluyor insan?

- Güç: Güç arayışımız en güçlümüzü bile güçsüzleştirebilir öyle ki; gücün doğasında kendiliğinden bir kaypaklık vardır... Bazılarımızı da kaçtıkça kovalar maalesef... Güçsüz biriyim ben dedikçe güç bindirirler sırtına adamın. İstemedikçe güçlenirsin... Ama sıradan olmak istemekte de bir güç arayışı yok mu? Çünkü sıra dışı olmak güçsüzlüğü baştan kabul etmek ya da kabul etmek zorunda kalmak değil mi?. Sosyometrik felaket! Doğrusu ben ne güçlüyüm , ne de güçsüz; ikisinin arasında mutluyum... Kaytarıyorum böylece... İstediğim vakit istediğim tarafa geçebilirim. Kendince bir güç bu da aslında. Bir seçim hilesi. Öyle değil mi?

- Kanatlar: Kendi ellerimle kırıyorum kanatlarımı... Öyle melek kanatları değil; bazılarının sandığı gibi... Kuş kanadı da değil hani; olsa, olsa haşlanmış fırına sürülmeye hazır bir tavuğun yumuşak sulu kanatları; tencereye sığmadığı için kırılanlardan. Nar gibi kızaracaklar ve lezzetli olacaklar benden bile. Çünkü hep yanlış anlaşılmıştır kanatlarım; ya yok sayılmıştır yada bir melek süsü verilmiştir kendilerine nedense... Ben de kızartmaya karar verdim onları; biraz kekik, zeytinyağı ve pul biberle. Böylesini severim doğrusu; şahane olur.

- Belden aşağı vurmak: Pek çok yolu olmakla beraber en pisi, seni çok iyi tanıyan birinden gelmesidir. İkincisi; karşındaki aynı zamanda oyunun hakemiyse pek fenadır. Bu durumda en iyisi hemen oyundan çıkmaktır. Ya da risk alır, oyunda kalır ve sende vurursun bu durumda nereye vurduğundan çok nasıl vuracağın önem kazanır. Bazen de şöyle bir şey olur; karşımdaki vurur ben öylece dururum, öyle güzel dururum ki bir daha vurmaya cesaret edemez. En sevdiğim durumdur; böylece vurmadan vurmuş olursun.

- Ay: Ay bakma gecenin bir vakti uyanır uyanmaz bana... savruluyorum... savuruyorum savruldukça... beni al, beni tut, konuş onunla... De ki; belkemiğinden bağlı sana, ne kalbinden, ne aklından, tam bel kemiğinden, bu yüzden dik duruyor sen yokken yanında... Ay konuş onunla... de ki suçlusun köklerini bıraktığın için ne aklına ne kalbine, suçlusun alnının çatından vurmuşsun onu, ne aklından, ne kalbinden, tam bel kemiğinden... Ay konuş onunla.....

-Ay hüzünlüydü
çekingendi
utangaçtı ve utanmazdı da –ne garip-

Gülümsüyordu fakat; şişmişti gözleri...

Makasla kesilmiş gibiydi yarısı

Yarısı arsızdı yarısı sessiz...

Bu gün peynir verirken eğildiğimde yüzümde ince bir çizgi bırakan kediye benziyordu gözleri...

Saçları yoktu ve babama benziyordu keli...

Ay yukarıdaydı ve ben aşağı da...

İkimizde olduğumuz yerde kalabilirdik, sorun değildi...

Arkadaş olabilirdim ben bu Ay la dert değildi.

No comments: