Thursday, April 28, 2005

CENEVRE DE TÜRK KAHVESİ

Adam Cenevre de şehrin en büyük meydanında, bir kahvede oturuyor. Bir kiliseye bakıyor mu oturduğu yerden bilmiyorum; o meydana hiç gitmedim, ama o benim kiliseleri, sokak kahvelerini, kahveyi ne çok sevdiğimi biliyor...

Ben İstanbul dayım; gece... Ay sağ kenarından makasla kesilmiş bir çocuk resmi gibi; hüzünlü komik... Bana adamı hatırlatıyor; adam biliyor ki bu gece ay, yarın başka bir şey mutlaka bana onu hatırlatacak ve söz verdiğim mektubu yazacağım ona. Oysa biliyorum; o söz verdiği mektubu yazmayacak, yazamayacak bana ...

Mektubu benim için yazsın istemiyorum; bunu kendisi için yapsın istiyorum.
Ben onun için yazıyorum ama...

Biraz dağınık, kafası karışık, ‘zaman’ çoğu zaman bir sorun onun için artık.
Oysa zamanı durdurmayı o öğretti bana.
Durmayı becerebilmeyi, baktığını görmeyi yinede susmayı becerebilmeyi bazen, sevginin bir kokusu olduğunu, duymayı, yürümeyi, arsızlığımın keskinliğimin, bu durmaz durulmaz yüzümün gözümün inadımın altındaki beni o gösterdi bana.
Ben yaşamın içinde savrulurken; o kanatlarımı parlatan su gibi hep durdu.
Gitmedi; gelemedi de... Ama durmayı hep becerdi.

Beyazdır benim esmerliğime inat.
Durudur benim karmaşama inat.
Bir çocuk küskünlüğündedir kırgınlığı; ben bir yetişkin gibi küserim ona inat.
Ben hata yaptığımda; bir yetişkinin hak ettiği saygıyı görmek isterim.
O sevdiği hata yapınca; ertesi gün ateşi çıksın okula gidemesin ister bir çocuk gibi.
Severiz birbirimizi, bize ait, biraz sıra dışı, biraz zordur böylesi ama; pek çok şeye rağmen severiz birbirimizi. Bunu biliriz.

Bazen birini varolduğu için, bütün varlığınla seversin...
Özlersin; onun varlığının içinde olmak istersin...
Bunun için onu görmen gerekmez, dokunman gerekmez, sevişmen gerekmez...
Kendine bakarsın, içine, sizi birbirine bağlayan o görünmez saydam ipi kendi tarafından usulca çekersin...
O Cenevre de, birlikte hiç gidilmemiş o sokak kahvesin de oturuyordur, gülümser, eli kaleme kağıda gider ben o görünmez ipi usulca çektiğimde, ama yazmaz, yazamaz...
Kızmayacağımı bilir söz verdiği mektubu yazmadığı için bana...
O mektubu yazarsa; benim kıyılarımın keskinliğine çarpacağını bilir.
Bilir ki; ben hayatın içinde bütün dikliğimle dururken o kanatlarımı parlatan sudur...
Durudur; benim olmadığım kadar...
Korkusu bundandır; benim korkusuzluğumdan...

Belki de bu yüzdendir; görünmez bağlarla bağlayışımız kendimizi birbirimize...
O bende kendi gizli; dikliğini,vahşiliğini,sertliğini, yaşama açlığını görür...
Ben onda kendi gizli; naifliğimi, durulmaz sandığım içimi, kendi çocuk gözlerimi...
Çatışan, çarpışan, çırpınan ne varsa biziz...
Ölüme yakın uykulardan uyandık biz...
Uyuduk hiç uyanmak istemedik biz...
Birlikte uyumayı bıraktık yaşayabilmek için, yarı ölü yaşıyoruz şimdi biz...

Şimdi Cenevre de yada başka bir ülkenin herhangi bir şehrinde; şehrin herhangi bir meydanında, herhangi bir sokak kahvesinde, şekersiz Türk kahvesi içmek isteyip ekspresso içmek zorunda kalan bir adam var...
O adamı tanıyorum, birbirimizi tanımak için çok uzun bir yoldan pek çok acıyla geçtik...
Bizi birbirimizden başka tanıyan yoktur, sanmam...
Biz birbirimizin içinden geçtik ve her birimiz diğerinin içine kendinden bir parça bıraktı isteyerek...
Biz o parçalarla yaşamayı öğrendik, zor oldu ama öğrendik...
Sevginin bu olduğunu düşünüyorum, birbirimize emanet etiğimiz parçalarımızla yaşamayı becerebilmek....:)

No comments: